24 Mart 2012 Cumartesi

Babamın bavulu

Panama'daki ikinci gecemde rüyamda babamı gördüm; eski evimizin kapısında, çok eski yıllardan kalma bir sahne misali, apartman komşularıyla kavga ettiğini gördüm. Her zaman öfke kontrolü konusunda problemleri olan, kendisi de askeri okuldan çıkma bir asker çocuğuydu babam, apartman kavgaları da onun kişisel tarihinde rutin bir yer kaplıyordu. Tıpkı emekli asker apartman yöneticileri gibi sesini yükselterek, eski rütbesine güvenerek işleri yoluna koyan bir hali vardı. Rüya bu ama: Bu sefer işler beklediği gibi gitmiyordu. Rüyamdaki kurgusal genç erkek komşular babamla girdikleri tartışmayı onu gözünden bıçaklayarak sonlandırıyordu.

Uyandım. Saat 3:00 civarı. 

Bir-iki saat sonra, tam hatırlamıyorum, telefonum çaldı. İstanbul'dan amcam arayıp 'Haberin var değil mi' diyordu. Babamın hastanede olduğunu biliyordum, ama diğer haber henüz bana ulaşmamıştı. Birkaç saat önce kaybetmişiz babamı. Büyük ihtimalle benim uykudan fırladığım sırada. İşaretlere, tesadüflere pek inanmamama rağmen bu rüya, ardından gelen haber beni ürpertmeye devam ediyor.

Bu yıl doğumgünümü Brooklyn'de Isa diye bir yerde yakın arkadaşlarımla küçük bir yemekle kutladık. Ertesi gün Hz. İsa'nın öldüğü yaşa girdiğimi, Hıristiyan bir ülkede yaşadığım için yaşımı soran pek çok kişiden 'İsa'nın öldüğü yaştasın' yorumunu alacağımı, buna hazırlıklı olmam gerektiğini öğrendim. Isa-İsa-33 tesadüfünü söylediğim bir arkadaşım 'Ölümü düşünme şimdi, İsa hepimizin günahları için öldü' yorumunu yaptı. 

Bir senedir İncil'le, özellikle de Eski Ahit'le içli dışlıyım. İnançlı biri değilim, bu saatten sonra inançlı olmam da çok zor gözüküyor. İncil'i de en son üniversitede edebiyat dersinde okumuştum. Hıristiyan bir ülkede, dinin toplumda baskın olmadığı bir şehirde bile, İncil'in bir kültür olarak ne kadar ağırlığı olduğu gördüm. İnsanların gündelik davranışları, kullandıkları dil, başkalarına bakışları hep İncil'e dayanıyor. Yüzlerce, binlerce film, roman hala İncil'in sırrını çözmeye, onu yeniden yorumlamaya çalışırken bir türlü aşamıyor ve büyüsünü çözemiyor.

Geçen sene İncil'deki Eyyüb'ün kitabının bir uyarlaması olan The Tree of Life filmini bir akşam seansında tek başıma bir sinemada izlerken gözyaşlarına boğulmam, sonra da etrafımdaki beğenen bir kişiyi bile bulmamama rağmen günlerce filme takık bir şekilde hakkında okuma yapmamın nedeni babamdı. Eyyüb'ün hayatında her şey güllük gülistanlıkken neden her şeyin paramparça olduğunu bir türlü çözemedim, tıpkı kendi hayatımda, kendi ailemde neden işlerin ters gittiğini -elimde pek çok veri olsa da- tam olarak teşhis edemediğim/etmediğim gibi.

Hala 19 yaşımda olduğum yanılsamasıyla yaşıyorum. Hala 19 yaşımdaki kadar enerjik görüyorum kendimi. Bazen o kadar sorumsuz içiyorum, bazen yorulmak bilmeden 19 yaşımdaki kadar çok geziyorum. Bütün kıyafetlerim 19 yaşımda giydiklerimin bir benzeri, hatta o günden bugüne hala giydiğim Dr. Martens botlarım bile duruyor. Sorumluluklarla ilgili düşüncelerim de 19 yaşımdaki gibi, zamanı gelince düşünürüz noktasında. 

Önceki gün çok yakın bir arkadaşımın annesinin kanser olduğu haberi geldi; kendi annesinin peşinde 20 gündür hastane hastane koşturmaktan babamı kaybettiğimi bile duymamıştı. O annesini anlatırken ben de ona babamı anlattım. Annemi de birkaç sene önce kansere kurban vermiştim, bu hastalık üzerine hiç yorum yapmak istemiyorum. 

19'umda hayatımızda böyle kelimeler yoktu: Ölüm, cenaze, kanser, hastane. Hayaller vardı. Daha hayatta çok ilerlemememize rağmen, 30'lu yaşlarımızda, bana kalırsa yine de taşıyacağımızdan çok fazla yük biniyor omzumuza. Sadece bir değil, birkaç arkadaşım birden ailelerinin hastalıklarıyla boğuşuyor. İstanbul'a ayak bastığımda beni bir an bile yalnız bırakmayan ve 'Demek ki bazen de doğru insanları sevmişim' dediğim bir başkası aynı gece kendi annesinin de kanser olduğunu anlattı. Yıllardır babası alzheimer'la boğuşuyordu, bu yetmemiş gibi bir de annesinin hastalığı çıkmış şimdi. O da benim gibi tek çocuk. 'Beni bırak, git ailenin yanına' dedim. Bir an bile yanımdan ayrılmadı.

Ben şimdiden etrafımda hem annesini hem babasını kaybetmiş çocuklarla aynı kulübe girdim. Bundan daha net bir 'Büyü artık' mesajı var mı acaba? Bu mesajı neden inatla okumadığımı bilmiyorum. Spor ayakkabılarım olduğu sürece büyümeye direnecekmişim gibi bir yanılsama içindeyim.

Babamın cenazesinden sonra en eski arkadaşlarımdan biriyle karşılıklı bir geçmiş muhasebesi yaparken bana ilk tanıştığımızda getirdiği eleştiriyi, o farkında olmadan, yineledi: Çok sertsin, dedi. 1996 yılında, en şımarık ve aklı beş karış havada halimle tanıştığımızda da bana aynı cümleyi söylemişti: Çok sertsin, demişti. 'Bu benim yumuşamış halim' dedim, 'her anlamda.' Espriyle geçiştirmeye çalışsam da aklımın bir köşesinde yer etti. Çok sert olmadığım yanılsaması içindeyim hala, ya da çok sert olmayı kendi kendime meşrulaştırmaya çalışıyorum.

Bir yandan da hayatın karşıma çıkardığı zorlukların karşılığı olarak 'çok sert' olma hakkım olduğuna inanıyorum. Bazen bu yüzden hala 19 yaşındaymış gibi davranma lüksüm olduğuna inanıyorum. Eyyüb gibi başıma gelen felaketlerden ders alıp ahirette her şeyin düzeleceğine, inançla her şeyin yoluna gireceğine, kaybedilenlerin kazanacağına da hiç mi hiç inanmıyorum açıkçası. Bazen inanabilmiş olmayı çok istiyorum.

Bundan bir süre önce, tam tarih vermek gerekirse 2010'un Eylül ayında, bir şehri terk edip, bir başka şehirde yeni bir hayat kurmaya karar verdiğimde... Nihayet bu cesareti kendimde bulduğumda kendi kendime bir liste yaptım: Beni kendimi bulduğum şehirde tutan ne varsa artık yoktu. Annem, köpeğim, sevgilim, en yakın arkadaşım. Ve son bağım babam. Henüz bu kayıpların toplam hesaplaşmasına girişmedim bile. 

Henüz 'babamın bavulunu' da açmadım.
Hep 'annesinin oğlu' olarak bilinen, annesine benzetilmekten gurur duyan bir çocuk olmama rağmen ölüm haberini alır almaz babamdan bana kalan en kıymetli mirasları düşündüm. Galatasaraylılığımdan gazeteciliğime kadar farkında olup olmadığım pek çok noktada izini gördüm. Epey zamandır bunları düşünüyordum aslında, ona da söylemek isterdim. Bir türlü fırsat olmadı. Tıpkı annem gibi, babam da ona söyleyemediklerimle veda etti. Söylemedim, çünkü ikisiyle de hiç veda konuşması yapmak istemedim. Veda konuşmasını andıran herhangi bir konuşma yaparak benim onlardan umudumu kestiğimi düşümmelerini istemedim. Bu yüzden annem ölmeden birkaç saat önce, sadece birkaç saati kalmışken ve bence inkar etse de içten içe bunu bilirken 'önümüzdeki hafta' yapacaklarından bahsettiğinde onu hiçbir şey yokmuş ve gerçekten önümüzdeki haftayı görecekmiş gibi dinledim.

Annemi kaybettiğimde, onun hala hayatta olan anne ve babasında evlat kaybetmenin nasıl bir acı olduğunu görmüştüm. Yaklaşık 24 saat ve bir gözaltı sonrası vardığım babamın ailesinin evinde, benim büyüdüğüm o evde, beni yetiştiren o ailenin gözünde aynı acıyı bir kez daha gördüm. Annemin ailesine karşılık baba tarafım daha rasyoneldir; duygudan ziyade daha mantıkla, akılla hareket eden, daha soğukkanlı bir ailedir. Onları dağılmış, hayatta hep sağlam görmeye alıştığım insanların o güçsüz halini görmek beni iki kere yaraladı. Hayatımda ilk kez en güçlü olduğunu düşündüğüm insanların bile yeri geldiğinde güçsüzleştiğine belki de ilk kez bizzat tanıklık ettim. O görüntü gözümün önünden gitmiyor. 

Babaannem o ilk gece bir kediden bahsetti bana. Babamı son gördüklerinde kedinin de kapıya kadar gelip onları uğurladığını anlattı. Babamın bir kedisi olduğunu ilk kez duymam bir yana, babamın bir kedi sahibi olacağını hiç mi hiç hayal etmezdim. Bizim aile köpek sevgisiyle, kedi nefretiyle bilinir genelde. 'Neyse ki kediyi sitenin yöneticisi aldı' diye kendi aralarında konuşuyorlardı. Hiç görmediğim, büyük ihtimalle bundan böyle de hiç görmeyeceğim o kediyi düşünürken aklım bir başka fotoğrafa gitti: En az babamla olduğu kadar sarsıntılı bir geçmişimiz olan birinin de kedi sahibi olduğunu öğrenmiştim çok kısa süre önce. Birden dünyanın tüm kedilerine hiç olmadığı kadar sempati duydum. Kediyi bulmak, dokunmak, sevmek istedim. Ama bir o kadar da hayali göründü.

Babaanneme bir defterden bahsetmek istedim, vazgeçtim. Yeni yeni düşünmeye başladığım, biraz okumaya, politize olmaya başladığım ilk yıllarda tesadüfen eski bir dolabın içinde bulmuştum. Babamın ilkokul dördüncü sınıftan kalma hatıra defteri. O defteri keşfettiğim an babamla ilk gurur duyduğum andı. 

Sayfalarının birinde Yusuf Aslan'ın imzası vardı. İlkokula giden Yusuf Aslan'ın. Deniz değil, eminim. Üzerinden yıllar geçti, Hüseyin de olabilir ama galiba Yusuf olduğuna eminim. Sadece birkaç satır, klişe birkaç cümle. Henüz "Yusuf Aslan" bile değil o, ilkokula giden, mahalleden arkadaşı Yusuf. Oysa o defteri gördüğümde yaşadığım göz kamaşmasını hiç kimseye anlatamam herhalde. Roland Barthes'ın Camera Lucida kitabının girişi belki duygularıma tercüman olabilir: Napoleon'un kardeşi Jerome'un bir fotoğrafına denk gelen yazar yaşadığı heyecanı etrafında kimsenin paylaşmadığını görür, oysa o karede gördüğü 'imparatora bakan gözlerdir' ve 'hayat böyle küçük yalnızlık anlarından ibarettir.'

Bunlar da Yusuf Aslan'ın elyazısı.

Yıllar önce babaanneme bu defterden bahsettiğimde heyecanımda ne kadar yalnız olduğumu görmüştüm. 'Yaramaz bir çocuk' diyordu Yusuf için, o imzanın, o ismin kıymetini bilmemiş gibi. Devletin hoyratça terbiye ettiği, devlete karşı gelinmez neslinden geldiğinden belki de. O defteri hala hatırlar mı, emin değilim. "Babamın defterinde onun adını gördüm" diye ben heyecanla kapılarına dayandığımda karşı tarafın heyecansızlığı çocukluğumun ilk hayal kırıklıklarındandı. Yıllar içinde o defter hafızamdan silindi, izini kaybettim. 

Taziye evinde aklıma ilk o defter geldi. 

Annesini ve babasını kaybetmiş bir tek çocuk olarak yalnızlığın ne olduğunu iyi bildiğimi düşünüyorum. Babam belki hiç bilmeyecek ama o hatıra defterini gördüğüm geçmiş ikindisinden beri defterinde Yusuf Aslan'ın hatırası bulunan bir babanın oğluna layık olmaya çalıştım. Ne kadar başardım, bilmiyorum.  



18 yorum:

  1. "Hala 19 yaşımda olduğum yanılsamasıyla yaşıyorum" hiç kaybedilmemesi gereken bir yaşam felsefesi,annem 85+ da ,ben ondan öğrendim,o ruh hali yaştan bağımsız,güzel bir duygu.
    Saygılarımla.

    YanıtlaSil
  2. Yazınızı çok beğendim.Yazınızda kendimi buldum. Hiç takdir etmeden , hep eleştiren bir babanın kızı olarak büyüdüm. Cenazesinde öğrendik ki arkadaşlarına kızlarınla nasıl gurur duyduğunu anlatırmış. 18 yıl sonra bile onun ektiği tohumlar öfke ve sertlik olarak insanlara yansıyor. Bir yazarın dediği gibi ''Öyle bir çocukluk yaşarız ki , tüm ömrümüzü onu çözmekle geçir''.

    YanıtlaSil
  3. Cok yalniz bir yazi..cok guzel.unut koselerini burda yaz..varolasin.

    YanıtlaSil
  4. bubir klüp gibi birşey... annsiz babasiz buyuk cocuklar klübü...hem üye olmayanlari tam beğenmiyor, hem de klübe uye olanlara da uzuluyorum... klubumuze hosgeldin oray, keske seni aramizda hic gormeseydik...

    YanıtlaSil
  5. Çok güzel bir yazı.Tebrik ederim.

    YanıtlaSil
  6. Kulübe hoşgeldin dostum. Artık çocuk değiliz lakin bazen ruh yaşımız öyle değişkenlik gösteriyor ki herhangi bir yaş'ı hissedebiliyoruz, istesek de istemesek de...

    YanıtlaSil
  7. Babasi erken olumus kizlar ve annesi erken olmus oglanlar da bu kulube referanssiz girebilir bence. Bazen ben de ruyamda goruyorum babami o kadar alismisim ki artik olmadigina ruyamda bile farkinda oluyorum ruya oldugunun. Daha aciniz taze farketmezsiniz ama onlarin yokluguna alistiginiza, sanki ilkokuldan kalma bir arkadas haline donusmelerine aymaktir en kotusu.

    YanıtlaSil
  8. Hoşgeldin,

    Ülkene,sevdiklerine,sevmediklerine ama en azından biz okurlarına tekrar hoşgeldin...
    Seni ve yazacağın her şeyi çok özledik...

    YanıtlaSil
  9. Ölümü, haksızlık olarak düşünmekten alıkoyamıyorum kendimi. Her mutlu anımda, annemin eksikliği bu duyguyu güçlendirmekten başka bir şeye yaramıyor. Ölümüm ardından verilecek bir teselli sözü, klişelerden ibaret, bunu en çok da o zaman anladım. Klişe laf etmeyeceğim, nasıl olsa o yumru orada kalacak. Nasıl olsa yaşayıp gideceğiz.

    YanıtlaSil
  10. Derin bir huzun kapladi icimi. Esasli bir yazi olmus ve de herkesi iki dakika sessiz kalip ic muhasebesi yapmaya zorluyor.
    'hayat böyle küçük yalnızlık anlarından ibarettir.'

    YanıtlaSil
  11. Kalbimin en derininden, mutlu olmanı diliyorum. Şu ana kadar yaşadığın herşeyin senin şu an olduğun insan olman için önceden/yukarıdan tezgâhlanmış olduğuna inanıyor ve mutlu olmanın yolunu mutlaka bulacağına inanıyorum. Allah'a emanet ol.

    YanıtlaSil
  12. Allah rahmet eylesin, başınız sağolsun. Tabii ki o boşluk yok olmuyor (ebeveynlerinden herhangi birini kaybeden herkesin bildiği gibi) ama insan onunla yaşamaya alışıyor bir süre sonra.

    Yazılarınızı çok özlemişim. İlaç gibi geldi.

    YanıtlaSil
  13. iyi olun ya, gerçekten iyi olun. bütün kalbimle diliyorum. sağlıcakla kalın.

    YanıtlaSil
  14. Yazilarinizi cok ozlemisiz. Hos geldiniz...

    YanıtlaSil
  15. Nihayet yazılarınıza kavuştum..Ama bu yazı ,doğrusu içimi acıttı..Kaybedeceğimizi sanmıyorum..Kaybeden tarafta da değilsiniz..

    YanıtlaSil
  16. Çok hakiki duygular, çok insani yaklaşım. Başınız sağolsun. Bunları yaşamanız için ; bu kadar olgunlaşmanız için biraz erkenmiş aslında.

    YanıtlaSil